30 Aralık 2011 Cuma

m-est Gümüşsuyu-İnönü Cad. 9/C bodrum katında


Sanatçı, sanatçı konuşmasında ne anlatır? Sanat, sanatçı ve konuşma kelimelerini yeniden ele almak isteyen m-est’in üç editörü, üç sanatçıya tek bir kıstas verdi: başka bir sanatçının konuşmasını yapmak. Yapılan deney; sanatçının pratiğini, endişelerini ve meraklarını dillendirmesine olanak veren bu formatın, farklı bir ifade ve üretim biçimi olma ihtimalini sunuyor. Kalıpların içine yerleştirilen kalıplar, yeni bir kelime dağarcığı oluşturmamıza yardımcı olabilir mi?

Katılan sanatçılar: Hera Büyüktaşçıyan, Reysi Kamhi, Sibel Horada Çoşkun
Düzenleyen: Özge Ersoy, Elif Tirben, Merve Ünsal

29 Kasım 2011 Salı

'Nostalji acısı alınmış bellektir'_ Lowenthal

Balat: Berber Dükkanı


İstiklal Caddesi: Kelebek Korse Mağazası

İnsanlar ölür, mekânlar yaşar. İnsanlar unutur, mekânlar hatırlatır. İnsanlar değişir, mekânlar değiştirilir. Ama eğer insanlar mekânları değiştirmezse, işte o zaman her şey canlı kalır…

Türkiye’nin hafızası, tüm değişime rağmen sanki en çok Beyoğlu’nda canlı durur, İstiklal Caddesi’nde tazelenir. Bütün hesaplar burada görülür, tüm hak mücadeleleri için buraya gelinir. Öğrenciler de, eşcinseller de, işçiler de, feministler de, faşistler de, polisler de burada bağırır. Yol üstündeki tüm dükkânlar ve sahipleri eyleme katıladabilir, eylemde mağdur da edilebilir. 75 yıldır, 433 numarada yaşayan Kelebek Korse Mağazası’nın edildiği gibi.

İstiklal Caddesi’nin 433. Numarası ve Beyoğlulu olma tecrübesi, bugünkü sahibi İlya Avramoğlu’na büyükbabasından kalmış: Büyükbabadan babaya, babadan oğla intikal etmiş. Fakat mekânın hatıraları üçü için de ayrı kalmış çünkü aslında tarihçi Marc Bloch’un söylediği gibi; insanlar babalarından çok, zamanlarının çocuklarıymış…

Rita ENDER

Kelebek Korse Magazası_İlya Avramoğlu:

Buranın kuruluşu 1936. Evveliyatı da var; 1920li yıllarda Terkos Pasajı’nda korse malzemesi üzerine bir dükkânımız vardı. Rahmetli büyükbabam ve büyükbabamın rahmetli erkek kardeşi ikisi beraber açmışlardı orayı.”

“Biz yaklaşık 1980 senesine kadar üretim yapmaya devam ettik. Sonra, iyi işçi bulmakta zorluk çekmeye başladık ve üretimi tamamen kapattık. Sadece babamla ikimiz kaldık dükkânda.”

“İşçiler olduğu zaman hem üretim yapıyorduk, hem de tadilat yapabiliyorduk. Tadilat için sutyen, korse gelirdi ve bundan ciddi rakamlar kazanırdık.”

“Çok zor şartlarda ayakta durmaya çalışıyoruz. Ne kadar ayakta duracağız, Allah’tan başka kimse bilmiyor.”

“Ben burayı bu haliyle çok seviyorum, valla. Benden başka sevenleri de var. Sırf dükkânı görmek için gelenler oluyor. Burada kapının önünde bir kaç saat durun, bakın kaç kişi fotoğrafını çekiyor.”

“30’lu 40lı yılların hanımlarının mantalitesiyle bugünkü hanımların mantalitesi çok farklı. Giyim kuşam şekli de çok farklı. Mesela o dönemde ipli korseler vardı, şimdi yok.”


Moda: Yeni Moda Eczanesi

13 Ekim 2011 Perşembe

Miryam Şulam'la Şalom'daki Söyleşimiz

TAHTAKALE HAMAMI’NDA MASALSI BİR DÜNYA

Tahtakale Hamamı’ndaki, ‘TEKİNSİZ OYUNLAR’ adlı sergi, İstanbul Bienali ile eş zamanlı olarak, 13 Eylül – 28 Ekim 2011 tarihleri arasında gösterimde. ROMAN sponsorluğunda gerçekleşen bu olağanüstü SERGİde, 22 sanatçıdan biri de REYSİ KAMHİ.

Sizleri, yaşam yolunu sanatın parmak izlerini takip ederek çizmiş, çok yönlü, dinamik ve sıradışı işlere imzasını atan yetenekli ve genç bir sanatçıyla tanıştırıyorum.

Reysi Kamhi, 1985 yılında İstanbul’da dünyaya gelmiş. Sanata pek meraklı bir ailenin mutlu bir kız çocuğuymuş. Notre Dame de Sion Fransız lisesinden mezun olduktan sonra, küçüklüğünden beri hayalini kurduğu sanat egitimine Marmara Güzel Sanatlar Fakültesi, Resim bölümünde baslamış. Egitiminin son senesinde, altı ay boyunca Paris`te Ecole Nationale Superieure des Arts Decoratives (Arts Decos) isimli okulda fotograf egitimi görmüş. Üniversiteden mezun olduktan sonra, Yıldız Teknik Üniversitesi`nin Sanat ve Tasarım bölümünde yüksek lisans da yapmış.

Portföyündeki diplomalarla nerelere yol aldın?

- Üniversitenin son senesinde pek çok diger öğrenci gibi, ben de genç sanatçılar için düzenlenen önemli sanat yarışmalarına katıldım. Resim ve Heykel Müzesi tarafından otuz yıldır gelenekselleşerek sürdürülen ‘Günümüz Sanatçıları Yarışması’ tüm genç sanatçı adayları için önemli bir basamaktır. 2009’da, Derya Yücel ve Simone Vadmir tarafından küratörlüğü yapılan ve Akbank Sanat’ta işlerin sergilendiği bu yarışmada başarı ödülü kazanarak ilk sergimi de gerçekleştirmiş oldum. Yine aynı tarihlerde Siemens Sınırlar Yörüngeler 06 Yarışması’nı da kazanarak sergiye katılmaya hak kazandım ve aynı yıl Incheon Güney Kore Festivali'nde işlerim yer aldı.

Bu başarılar sana başka kapıları da aralamış olmalı…

- Kesinlikle. Bu sergilerden sonra, İstanbul Modern’de sanatçı Sarkis’in atölye-okul seminerinde yeralma fırsatını yakalarken, diğer genç sanatçılarla, özgün bir platformda biraraya gelmiş de olduk.

İlk kişisel sergisinin konusu çok ilginç; Reysi anlatıyor:

- İlk kişisel sergimi 2010 yılında Pg Art Gallery`de gerçekleştirdim. Serginin ismi ‘Under Construction’ yani ‘Yapım Aşamasında’ idi. Aslında serginin kurgusunu sıradan bir emlak projesininin oluş sürecine benzetiyorum. Bir projenin henüz bitmeden, neye benzeyeceğini bilebilirsiniz. Yapım aşamasında olduğu halde size dönüşeceği halinin vaadini sunar. Sergimde buna benzer bir yaklaşımla çalıştım. Açılış gününde bu sebeple yalnızca vaad edilen bir serginin fotoğrafları vardı. Sergi süresince galeri, aynı zamanda, benim atölyem oldu. Aynı zamanda bu süreç twitter’dan da takip edilebiliyordu (www.twitter.com/pg_reysikamhi).

Tekinsiz Oyunlar derken ne anlatılmak istenmiş?

- Öznur Güzel Karasu’nun küratörlüğünde bir araya gelen farklı disiplinlerden 22 sanatçı, her birimiz ‘oyun’ kavramının farklı anlamlarından yola çıktık. Çalışmalarımızda, yaşamın her alanında karşılaştığımız oyunsal süreçleri ele aldık.

Reysi Kamhi sunumunda, izleyiciyle buluşturmak istedeği hedef fikri için özel bir oyun hazırlamış…

- Ben, Tahtakale Hamamı`nın günümüzde neyi ifade ettiğiyle ya da neye dönüştüğüyle ilgileniyorum. ‘Kağıttan Hafıza’ ismini verdiğim hafıza kartları projemle, mekanın masalsı yönünü yani hafızamızdaki simgesel değerini sorguladım. Küçükken unutma/hatırlama ritüelini gerçekleştirdigimiz bu oyun aracılığıyla, hamamın değişen biçimini terk edilmiş nesnelerde aradım. Hamamın içinde bu kartlarla oynama fırsatı yakalayan izleyiciler böylelikle nesneye kök salmış bu imajları, hamamı keşfetmeye zorunlu bırakılıyor.

Sergideki diğer sanatçılar arasından, seni en şaşırtan ya da işlerine hayranlık duyduğun iki isim verebilir misin?

- Sena Başöz’ün ‘Doctoring’ isimli videosu beni çok heyecanlandırdı. Her şeyden önce videoyu izlerken algınızda bir oyun oynanıyor. Sanatçı Türkiye’de çekilmiş bir grup fotoğrafın elden geçirildiği tek bir sahne kurgulamış. Durağan imgelerin iyileştirilmeye çalışılması eylemi ise sanatçının aslında kendi kendiyle oynadığı bir oyunu temsil ediyor.

- Benim çok beğendiğim bir başka iş ise Hacer Kıroğlu’nun performans videosu. Sanatçı bu videoda oyunu sanatsal bir eyleme nasıl dönüştürebilirim sorusundan hareketle, bulunduğu uygunsuz zeminde mücadele ediyor. Eylemin bitiminde de ortaya bir resim çıkıyor. Sonuçta, sanatçı kendi kendine oynadığı bu oyunun nesnesi oluveriyor.

Sence sanatçı kimdir?

- Sanat her zaman estetikle alakalı gibi gözükür. Oysa sanatçı, aslında örtük olan hakikati eserinde kurduğu dünyayla gözler önüne serendir. Heidegger’ in dediği gibi sanatçı, ürettiği eserde cevabı bulamasa da soru soran, algıladığı dünyayı yorumlamaya çalışan ve gerçeği arayan kişidir. Sanat eserinde hakikatin gerçekleşmesi, sanatçının yaşadığı döneme dair bir tanıklığı mevcuttur. Sanatçı tesadüflerden yola çıkarak neyi, niye anlattığını bilen kişidir. Kısacası dünyayı yorumlayış tarzıyla eserini oluşturandır.

İstanbul’da, genç bir sanatçı olmak nasıl bir şey?

- Bence artık günümüzde her şey çok mobil, çok degişken. Profesyonel olarak da kendimizi kolay kolay etiketleyemiyoruz. Resim yapiyorum, asistanım, ögrenciyim, yazıyorum ve resim dersleri veriyorum. Hepsi beni ayrı ayrı besliyor ve bir şekilde üretimime çok katkısı oldugunu düşünüyorum. Ayrıca, gündelik şehir yaşantısı içerisinde, beni heyecanlandıran konulara ve kavramlara yönelik projeler oluşturuyorum. İşlerimde, genellikle, ‘tanık’ pozisyonundaymışım gibi hissediyorum.

Ürettiğin eserler, yaptığın işler gerçekten farklı…

Başlıca temamı ‘hafıza’ olarak konumlandırıyorum. Üretimim ve kendi gelişimim için, Doğu ve Batı arasında konumlanan İstanbul’un sahip olduğu kültüre dair çeşitli sorular sormayı hedefleyerek farklı temsil yolları arayışı içersindeyim. Örneğin, Duygusal Müze isimli işimde, kentsel dönüşüm politikalarıyla değişen, dönüşen mekanlar üzerine araştırma yaptım. Daha sonra benim de yakından takip ettigim Asmalı Mescit, Tünel, Şişhane bölgelerini seçtim ve buraya dair bir bilgi toparlama süreci içine girdim. Benim için bu kitap kendi duygusal tonlarım aracılığıyla her şeyin belgelendiği bir müzeyi ifade etti.

Nelerden ilham alıyorsun?

- Projelerim sırasında en çok sanatçı müzelerine dair okumalar gerçekleştirdim. Herald Szeeman, müzelerin ilksel biçiminin insan belleği olduğuna dair dikkat çeker. Sanatçının zihnindeki fikirler bir şekilde örneğin kitap mekanında kayda alınır ve zaman donar.. Ayrıca esinlendiğim pek çok yerli ve yabancı sanatçı var: Andre Malreaux, Daniel Spoerri (hatta duygusal müze ismi onun işinden geliyor), Christian Boltanski, Joseph Cornell, Kurt Schwitters, Hüseyin Bahri Alptekin, Gülsün Karamustafa, Cengiz Çekil, Nur Koçakgibi. Yazılarını bıkmadan tekrar okuduğum ve bana kesinlikle her defasında ayrı bir ilham veren iki yazar da Orhan Pamuk ve Enis Batur’dur.

Yakın gelecekteki yeni sanatsal projelerinle ilgili ipuçları verir misin bize?

- Son zamanlarda yerleştirme ve performans üzerinden çeşitli projeler de kurguluyorum.

Son dönem çalışmalarımda da bu doğrultuda iç ve dış mekan arasında oluşan gerilim üzerinde durmakta, bir kayıt öğesi olarak tuval üzerine çeşitli resimler yapmaktayım. Orhan Pamuk’un Şehir ve Hatıralar isimli kitabından esinle ben de değişen kent ortamına ve içindeki olgulara işlerimle minör bir tanıklık etme çabasındayım. Ayrıca, 2011 Kasım ayında Lütfi Kırdar'da gerçekleşecek olan Contemporary İstanbul fuarına PG Art Gallery ile katılmaktayım.

Reysi Kamhi’yle önce Tahtakale Hamamı’nda buluştuk. Hiç ummadığım, masalsı bir dünyayla karşılaştım. 22 sanatçının eserlerini gezerken Reysi’den özel rehberlik hizmeti aldım. Onun köşesine geldiğimizde, bizi bir masa, iki sandalye bekliyordu. Üzerinde de kendi ürettiği hafıza oyunu kartları. Tabii ki oynadık ve çok eğlendim. Reysi Kamhi’nin sergilediği iş’te, derin düşünülmüşlük, anlam ve sanatın dönüştürme gücü vardı. Ardından, Galata’daki atölyesini ziyaret ettik ve daha önce sergilenen çalışmalarını görme şansım oldu. Yetenekli, çağdaş sanatçımız Reysi Kamhi, şimdide olduğu gibi, gelecekte de başarılı işlere imza atacağa benziyor.

26 Eylül 2011 Pazartesi

On Paper Memory @ m-est


Uncanny Games
13 September–28 October 2011 

Pg Art Gallery’s exhibition project for the months of September and October, introduce the viewers to art works in an unusual context. The exhibition will be realized simultaneously with the Istanbul Biennial in the Tahtakale Bathhouse, replacing the sterile environment of the gallery, primarily funded by Roman.

Under Öznur Güzel Karasu’s curation, artists working in different media will work with the different meanings of the concept of “games,” interpreting the playful situations that we encounter in our daily lives. The artists are emphasizing the different roles we play within the social  fabric, what kinds of games we are subjected to within the system, our imaginary games, games that we participate in like children, cheerful games, games of benefits, cultural games and games of perception, while focusing on the ominous nature of our quotidian existence. In this exhibition, art becomes a tool with which one can get out of social systems that are initially defined with unknown ends. In the mental journey of intuitions, we are met with equations relating to the intellectual searches.

Artists participating in the exhibition

Özgül Arslan, Sena Başöz, Burak Bedenlier, Itır Demir, Eda Gecikmez, Nurcan Gündoğan, Reysi Kamhi, Devabil Kara, Hacer Kıroğlu, Komet, Devran Mursaloğlu, Günnur Özsoy, Neriman Polat, anti-pop, Gonca Sezer, Ayşe Gül Süter, Jerome Symons, Candaş Şişman, Kemal Tufan, Sevil Tunaboylu, Ayla Turan, İlke Yılmaz.

Tahtakale Bathhouse

Constructed during the reign of Mehmet II (1451–1481), Tahtakale Bathhouse is one of the oldest Ottoman Monuments and also the largest bathhouse in Istanbul. It was sold to the Foundations’ administration after WWI and the new owner was unable to determine how to manage the bathhouse for a while. It functioned as a cold storage space in the 1980s. The historic bathhouse provided Eminonu and Istanbul with ice and also stocked up cheese at one point. Dogan Kuban restored the structure and it is now used as a business center.
—Press release for the exhibition, Uncanny Games, for which Reysi Kamhi’s project was commissioned.

Leibniz uses Paper Memory to define a museum—an autonomous institution in which a library, a documentation center and a data bank co-exist.

The most attractive thing for me about the bathhouse is that the space lost its real functions. This architectural space was constructed for a particular function, immersed in history. Today, transformed into a fragment of a modern life, the bathhouse, consequently gained two meanings:

Simultaneously being a local warehouse and a shopping center brings the bathhouse a new function that reminds us of the old. Apart from the first function, the wisdom of the old makes the space mystical. On the other hand, the bathhouse, incapable of exercising the first function, is as of now, a ‘decorative’ place in the city.

With this memory cards project that I titled Paper Memory, I try to interrogate the mystical part of the bathhouse and its symbolic value in our memories.  As in our childhoods, by playing with memory cards, we are forced to perform the ritual of forgetting and remembering, in this way, we will notice in present time, the transformation of the bathhouse by looking at the abandoned objects yet the ruins and the objects sanctify the memories.
—Reysi Kamhi

I have always associated the concept of a hamam, a Turkish bathhouse, with mystery. Never having had the experience of being bathed in a hamam, hamam being a very commonly linked “thing” to Turk-ness, I have always wondered about the enclosed, public space where people chose to become intimate, both physically and emotionally; talk, share, cleanse and then go home, a lighter, cleaner, better version of themselves.

Ferzan Özpetek then forever tainted my idea of a hamam by charging it with his own narrative of two men, who fall in love while restoring a derelict hamam, whose relationship transform not only themselves, but those close to them. I remember thinking, there is something very poetic about the notion that a simple restoration of a common, functional space could stand in for the negotiation of private and public, old and new, universally human and locally cultural. I was mesmerized by the potentiality of the space of a hamam, where we could all be literally naked and just hang out (as long as we are of the same gender, of course.)

With writer’s pride, I wish I could say that I started writing on Reysi Kamhi’s Paper Memory by going off on a tangent. I realized, soon after staring at the empty screen, that I couldn’t not let this be about my memory and my associations of the hamam. After all, the artist invites me to take this approach by dividing the space of the hamam into images, that I’m forced to remember and understand and associate, if I’m to be successful in the game that she has constructed. Kamhi’s project, founded on the notion of an ominous game that was to be site-specific, is ominous only insofar as the personal, the internalized is ominous. She draws on the viewer’s fear of amnesia, which becomes the very material that sustains and prolongs engagement. Kamhi’s project is an attempt to re-work this lack of memory by setting up a game in which objects are remembered, undoing the amnesia.

***

Memory is particularly menacing to architectural spaces. As cities, functions change, spaces are abandoned, re-appropriated, re-claimed, instrumentalized and altered. The mystical space of the bathhouse is charged with stories, situations and relationships that were never recorded.

***

Kamhi’s project is a gesture. By creating a game that subtly draws on our lack of memory, the artist employs our own relationship with the bathhouse to reiterate the importance of commitment and recollection. The ominous nature of the images is unsettling yet the desire to look is overpowering, so we keep playing.

***

By situating herself in the local economy of the bathhouse*, Kamhi serves the bathhouse. The artist is not an addition to the bathhouse, but rather, a minor yet important part for the space’s function today. This utilitarian element draws on the idea of Kamhi contextualizing herself as being a part of this space rather than an interventionist.

***

Kamhi’s project is a poetic yet political gesture; the artist is firmly involved with what the bathhouse is now, while underlining what was. And it is the was that exposes the is. In this temporal continuum, the viewer is forced to find their own engagement.

***

As such, the above serves as the author’s testimony of that very engagement, hoping to transliterate the experiential into the verbal. Thus, it is a humble participation in Kamhi’s game, saluting the enclosure that the artist has created with and through this game.
—Merve Ünsal

*The game cards for Paper Memory were created site-specifically for Tahtakale Bathhouse. I wanted to sell the editioned (20) boxes of game cards in the toy shop at the entrance. I was aiming to collaborate with the local merchants and diverge from the idea of separating the exhibition from them. However, as things went unpredictably, I had to collect the boxes from the toy store after only a few days. 

10 Ağustos 2011 Çarşamba

Kagıttan Hafıza_Paper Memory




Piril Güleşci Arıkonmaz tarafından kurulan Pg Art Gallery, Eylül ve Ekim aylarını kapsayacak kapsamlı sergi projesiyle, sanatı sıra dışı bir mekanda izleyicilerle buluşturuyor. Galerinin steril ortamı yerine İstanbul’un dokusuna karışmış tarihi bir yapı olan Tahtakale Hamamı’nda, hazır giyim markası ROMAN’ın sponsorluğunda gerçekleşecek olan bu serginin, İstanbul Bienali ile eş zamanlı olarak, 13 Eylül - 28 Ekim tarihlerinde başlaması planlanıyor.

Öznur Güzel Karasu’nun küratörlüğünde bir araya gelen farklı disiplinlerden 22 sanatçı, "oyun"kavramının farklı anlamlarından yola çıkarak gerçekleştirdikleri çalışmalarıyla, yaşamın her alanında karşılaştığımız oyunsal süreçleri ele alıyorlar. İçinde yaşadığımız toplumsal düzendeki rollerimizi, koskoca bir sistem içinde maruz kaldığımız oyunları, düşsel oyunlarımızı, tıpkı bir çocuk gibi dahil olduğumuz oyunları, neşeli oyunları, çıkar oyunlarını, kültürel yapıdaki oyunları, algı oyunlarını ele alırken, aslında nasıl bir tekinsizlik içinde yaşadığımızı da vurguluyorlar. Sergide sanat, başı belli olan ama sonu belirsizliklerle yüklü toplumsal düzeneklerden bir çıkış yolu aramanın da aracı haline geliyor. İçsel güdülerle çıkılan zihinsel yolculukta karşımıza, aklın arayışlarına dair denklemler çıkıyor.

Sergide Sena Başöz, Burak Bedenlier, Itır Demir, Eda Gecikmez, Nurcan Gündoğan, Reysi Kamhi, Devabil Kara, Hacer Kıroğlu, Komet, Devran Mursaloğlu, Günnur Özsoy, Neriman Polat, Anti Pop, Gonca Sezer, Ayşegül Süter, Jerome Symons, Candaş Şişman, Özgül Arslan Tosunoğlu, Kemal Tufan, Sevil Tunaboylu, Ayla Turan, İlke Yılmaz çalışmalarını sergiliyor.

Yer: Tahtakale Hamamı Adres: Uzunçarşı Cd. No: 329, Eminönü, İstanbul

6 Mayıs 2011 Cuma

Ayşegül Sönmez'in 'Üç Sergiden Üç Resim' başlıklı yazısından

Reysi Kamhi/ PG Art Gallery

Pg Art galerisi Tophane’ye taşındı. Kapılarını karma bir sergiyle açtı. Karma sergide Reysi Kamhi’nin defteri ve defterinden çıkan resimleri, kentin hızla değişimine ve dönüşümüne odaklanan bir projenin bölümleri. Kamhi, elinde defteri ve renkli boya kalemleri, Asmalımescit’i pilot bölge seçerek ressamca bir araştırma yapmış. Bütün esnafla görüşüp onların ruh hallerini sorgulamış. Asmalımescit’in giderek İstanbul’un en gözde eğlence semti oluşunun onların üzerindeki etkilerini merak etmiş. Sonuçta kimle görüştüyse bu durumdan hoşnutsuz olması Kamhi’yi şaşırtmış. Esnaf, hep eski günleri anıyor, bu kalabalıktan fena halde sıkıldıklarını anlatıyormuş. Bütün bu mutsuz esnaf ve işlettikleri mekanlar işte sergideki o defterde ve ona eşlik eden küçük ebattaki resimlerde. Kamhi, defter formatıyla bu kentsel dönüşümün bireyler üzerinde yarattığı izleri mahremiyet içinde sergileme fırsatı yakalamış. Defterden süzerek duvara astığı resimler bu mahremiyeti zedelememeyi ve Mısır apartmanındaki o beyaz bank gibi çok tanıdık, sık sık geçtiğimiz iç mekanlara ait objelere yeni bir yaşama alanı kazandırmayı başarmış.

8 Mart 2011 Salı

Kitaptan Tuale







Duygusal Müze















Oluşum sürecine tanıklık eden Önder Özengi ile ufak bir söyleşi yapmıştık:

Ö.Ö: Bu çalışma yapmaya başlarken yola çıktığınız ana fikirden ve sonuçlandırana kadar geçen ara duraklardan bahsedebilir misiniz?

R.K: Aslında beni motive eden birkaç farklı unsur vardi. Ve sanki hepsi bir şekilde kent baglaminda birleşti. Örnegin başından beri bir koleksiyoner gibi hareket etmek ve envanter çıkartmak gibi bir arzum vardi. 16.yy ile 18. yy arasında var olan Nadire Kabinelerindeki pratigi bir şekilde sergilemek istiyordum. Tek bir bireyin nesne ya da bulgu toplamasi, çeşitli görselleri bir araya getirmesi ve bu biraradalıgın yeni bir anlam oluşturmasi. Andre Malreaux' nun 'musee imaginaire'i benim için önemli bir kaynak örnegin. Kısaca bütün evrenin tek bir özel odanın sınırları içinde denetlenebilmesi fikri bende oda yerine bir kitaba dönüştü. Tabii sonrasında Paris pasajlarinda elinde not defteriyle gezen 'flaneur' aklima takilan başka bir unsur oldu. Ben de özellikle Babylon' un açılmasıyla kısa bir sürede hızla degişen Asmalimescit, Tünel bölgelerinde gezinerek buraya ait bir bellek oluşturmaya çalistim. Mekanların envanterini çikarttım bir nevi. Tabii buraya gelip giden insan modeli de degişti. Resimlerini yaptim. Çesitli notlar aldim aynı zamanda, bir gazeteci iddiasi taşımasa da mahalleliyle ufak söyleşiler gerçekleştirdim. Sonuçta kitap misafirperver endustrisinin oluştugu bu bölgeye dair bir takintinin ürünü. Ama ister istemez de benim duygusal tonlarım aracılıgıyla oluşmuş bir bilgi taşıyıcısı.

Ama üretim sürecinde söyle zorluklar da yaşadim. Mesela kitapla karşi karşıya kalan izleyicinin pratigini iliskisel bir baglamda kurgulamak istiyordum. Yani dokunsun, çalsın, eklesin hatta belki bozsun istiyordum. Ancak süreç içersinde fark ettim ki bu kitap gerçekten de benim duygusal müzemi temsil eden bir nesneye dönuştü ve kendine ait bir aura edindi. Izleyici ise yalnızca dokunsallik üzerinden, keşfeden konumuna oturdu. Simdi biraz bunun üzerine düsünüyorum. Acaba kitabın biricikligini bir sekilde bozmalı mıyım?

Ö.Ö: Bu işte hem bir mekan (belki bir müze) olarak kitap formunu öneriyorsun hem de müze fikrinin referans verdiği tarih yapma nosyonunun yanına kişisel ve gündelik pratikleri getiriyorsun.
Bir müze hem "duygusal" ve öznel hem de kapsadıklarının ortak ve paylaşılabilir olması dolayısı ile nesnel olabilir mi? Üretiminden yola çıkarak neler söyleyebilirsin?

R.K: Bence nesne toplama ilkesi eklektik ve kişisel bir koleksiyonu da beraberinde getiriyor. Dolayisiyla bence hiçbir koleksiyon koleksiyonerinden bagımsız olamaz gibi. Sanki koleksiyonerlik yalnizca bir takıntının ürünü olabilir. Bu Orhan Pamuk' un Masumiyet Müzesi'nde de en uc noktada yansitildi.
Ya da bir kütüphane inşa etmek de müzedeki tutumla ayni degerlendirilebilir, herkesin kitaplıgı kendine özeldir, yalnızca sen bilirsin dizilişteki ilişkinin anlamini. Dişarıdan gelen de yalnizca bakar ama kesinkes kavrayamaz. Bazen bazı sergilerde işte tam o dizilişteki anlami kavramaya calisiyoruz. Neyse uzatmadan tam da senin sorun bu ikilem üzerinde işte, aslında her koleksiyon cok öznel bir şey koleksiyonerin varligi yüzünden, ama bir muze zamanla kurdugu mekansal iliskisi nedeniyle izleyiciye sundugu koleksiyonu bir bilgi bellek tasiyicisina da dönüştürebiliyor. Izleyicinin de bulmacayi çözmesine, başkasinin dünyasina dahil olmasina olanak taniyor.

Ö.Ö: Söylediğin gibi çalışman aynı zamanda Asmalımescit deki dönüşüme minor bir tanıklığı da içeriyor. Kent bağlamındaki bu minor tanıklıkların büyük anlatıların ve tasarıların yanında önemini nedir sence?

R.K: Kentsel ortam en basit şekliyle insanın içinde bulundugu ortamı kendi arzuladıgı şekle sokma çabasını temsil ediyor ama tabi durum her zaman 'kendi' arzuladıgımız şekilde yapılanmıyor ya da dönüşmüyor. Türkiye'de merkezi bir kentsel dönüşümden bahsediyoruz. Bir yandan halk öte yandan kültür üreticileri var. Dolayısıyla beraberinde birçok problemi getiriyor inşa edilen yeni şehir alanları. Ancak Asmalımescit, Tünel ve Şişhane gibi bölgeler Sulukule gibi sancılı bir dönem geçirmedi benim takip edebildigim kadarıyla. Yani nispeten 'başarılı' bir şekilde dönüştü. Ben sadece yaratılan bu yeni dünyanın şu an neye dönüştügüne dair bir tanıklık, belge sunuyorum. Kendi gözümden gerçekleştirdigim bir envanter çalışması diyebiliriz buna.

23 Şubat 2011 Çarşamba

YEDİNCİ KITA



3 MART – 15 NİSAN 2011

Pg Art Gallery, beş sanatçının yer aldığı “Yedinci Kıta” başlıklı bir grup sergisi ile Tophane’deki yeni mekanında izleyicilerle buluşuyor.

Başka bir dünya mümkün mü? İnsan kendi dünyasını nasıl altüst eder ve bunun sonucunda istediği dünyayı nasıl yaratır? Ya da yaratabilir mi?

“Yedinci Kıta” filminde Haneke, duyguları buz tutmuş kent insanının, rutin içinde kaybolmasını kurcalarken, başka bir dünyanın hayalini de anımsatır izleyiciye. İçinde kayboldukları metropol yaşamının, kimliklerini giderek daha büyük bir hızla çaldığı insanların öyküsüdür ‘Yedinci Kıta’. Acımasız bir yanılsama haline gelen yaşamda, kendi gözümüzdeki silinişimiz, anlamımızı, amacımızı yitirişimiz vardır her bir karede; ve hatta anonimleşmemiz...

Pg Art Gallery’nin Tophane’deki yeni mekanında bir araya gelen farklı disiplinlerden beş sanatçı bu kült filmden yola çıkarak modern hayata karşı teslimiyeti sorguluyorlar. İşleriyle konformizmden kaçış yolları arayan Ali Dolanbay, Kemal Tufan, Kerem Ozan Bayraktar, Reysi Kamhi ve Roeki Symons kusursuz, düzenli yaşamın labirentlerinden geçip alternatif bir dünyanın mümkün olup olmadığına odaklanıyorlar. Yedinci bir kıta yaratıyor, nesnel olmayan bir dünyanın belleğini oluşturuyorlar.

“Yedinci Kıta”da sanat, yaşadığımızı hatırlatan yeni bir mecra olarak karşımıza çıkıyor. Modern dünya bireyinin başka bir dünya özlemini ve donuklaşmış, silikleşmiş yaşam içinden çıkma çabası vurgulanıyor. Sanatçılar, her şeyin giderek daha da muğlaklaştığı modern sonrası toplumda alternatifler üretmeye ve yeni nefes alanları oluşturmaya çalışıyorlar. Yanılsamalarla donatılmış ,‘kutsal’ amaçlardan soyutlanmış ve her geçen gün daha da amaçsızlaştırılmış yaşamlarımıza dair sanat aracılılığıyla bir alternatif dünya tasfiri çiziliyor.